30 Ağustos 2015 Pazar

İçimizdeki Şeytan

Yatağımızın altında yaşayan canavar. 
Bazen dolabımızda, bazen tavan arasında. Kimisi şeytan der, kimisi hayali arkadaş. 
Önce korkarız, sonra görmezden gelmeye çalışırız. Ama o kadar oradadır ki; tüm imkansızların imkanı gibi. Sonra yine korkarız. Ve sonunda söküp atamadığımız yara kabukları gibi varlığına alışmaya başlarız. Onunla yaşayabilmek için onu tanımaya çalışırız. Yanımızda hiç kimse yokken o yanımızdadır, düştüğümüzde o yanımızdadır, ağlarken o yanımızdadır. Öyle yanımızdadır ki, bir taş gibi, bir arkadaş gibi, elimiz kolumuz gibi. Koşulsuzca oradadır. Bizi teselli eder, bizimle sohbet eder, bize hak verir, her zaman hak verir. Bize akıl verir, öyle ki; bir süre sonra hiç susmaz, asla kapanmayan bir radyo gibi sürekli sürekli sürekli; bizi ikna edene kadar konuşur. 
Artık korkmuyoruz, ondan da korkmuyoruz, başkasından da. Kimseden korkmuyoruz. Çünkü yanımızda taş gibi, kaya gibi, milyonlarca yıl yaşamış gibi, kadim bir canavar var. 
Tutunacak dalımız, ne yaparsak yapalım sarılacak yanımız, tüm günahlarımızı, yüklerimizi taşıyacak bir arabamız. Hata mı yaptık onun suçu, zayıf mı kaldık onun suçu, birini mi üzdük, hep onun, onun suçu. 
İşte o canavar, o şeytan; bizim iradesizliğimiz, tembelliğimiz, kibrimiz... Kendimizde görmek istemediğimiz, kabul edemediğimiz her şey o.

İşte bu Şeytan; Sabahattin Ali'nin romanında Ömer'in en büyük savunma mekanizmasıdır. Aynı zamanda hem kurtarıcısı hem celladıdır. Ömrünü ve zekasını umarsızca harcamasının ana sebebidir.

Sabahattin Ali öyle bir yazmış ki; kimse duyguların en çetrefillilerini bu kadar güzel tanımlayamaz. Etrafınızdaki psikologların hepsini toplayın, hiçbiri bu kitaptaki gibi karakter analizleri, ruhsal çözümlemeler yapamaz. Sabahattin Ali bir bilge, kadim bir bilge gibi, çoğu kişilerin bildiği ve tanımlayamadığı anları, duyguları, hayata ve insanlara dair tespitleri kusursuzca yazıya aktarmış.
Çağının aydının politik tavrını, riyakarlığını, ahlaki çöküşünü; toplumun sığlığını, Ömer'in aşkını ve karakterlerin ruhsal dalgalanmalarını kusursuz bir kurgu ile harmanlamış ve muhteşem üslubuyla tamamlamış. Okuduğum en iyi edebi eserlerden biri olduğunu hiç şüpheye düşmeden söyleyebilirim. s51:

“Evet, evet onun korkusu… İçimde bu ürkek dünyayı yaratan onun korkusu… Ben bu değilim… Ben başka bir şeyler olacağım… Yalnız bu korku olmasa… Hiçbir şeyi bana tam ve iyi yaptırmayacağına emin olduğum bu şeytandan korkmasam…

Emin Kamil başını sallayıp gözlerini sinirli sinirli kırpıştırarak:

Neden kızıyorsun? Neden şikayet ediyorsun? dedi. İçinde şeytan dediğin o şeyin en kıymetli tarafın olmadığını nereden biliyorsun? Sizin gibi beş hissinden başka duygu vasıtası olmayanlar bu daimi korkudan kurtulamazlar. Asıl sebep ve illetlere varabilseniz göreceksiniz ki en zayıf tarafımız dışımızdadır. Gözümüzü kör eden yedi renktir, kulağımızı sağı eden sesler, ağzımızı paslandıran yediklerimiz, kalbimizi önce coşturup sonra durduran sonsuz koşmalarımızdır. yüksek insan dışına değil, içine kıymet verendir."

17 Ağustos 2015 Pazartesi

Aylak Adam

Kendinin yüzde kaçı sensin?
Doğduğun coğrafya, inandığın kitap, konuştuğun dil, doğduğun aile, gittiğin okul, seçtiğin meslek, ya da yapmaya mecbur olduğun meslek, toplumsal cinsiyet rollerin, toplumsal statünün sana dayattığı görevler.
Hepsine yüzde versek sana ne kadarı kalır?
Pek fazla bir şey kalmaz. Ama tırmalarsan alırsın, ama tırmalarsan kanarsın.
Öğrendiklerin, çoğu yalan.
Hayatta tutunmaya değecek pek bir doğru bulamazsın. Belki yaratırsın.
Kendin dışındaki sana öğretilen yüzdeleri kendinden çıkarırsan, içinde bir boşluk kalacak, yanında da bir boşluk kalacak. Sağın solun bir bakmışsın hep boş. Ama kendin olmayı seçebilecek kadar cesursan, kendin olarak yaşayacak kadar da cesursundur. Bir kere gördüysen zaten artık kimse ikna edemez seni. Miden bulanır, tiksindirir içinde olmak.

Aylak Adam C. de tiksinmiş bir adam. Uydurulmuş rollerden, zorunluluklardan, küçük hesaplardan, sahtekarlıklardan, sıradanlıktan tiksinmiş. Çoğu zaman kendiyle de iç hesaplaşma içinde, sıradanlığın kolaylığına alışıp kaybolmamak için sürekli tetikte.

Yusuf Atılgan'ın "Aylak Adam" romanın en önemli özelliklerinden biri de psikanalitik motifler içermesi. Saplantı haline getirdiği kadın bacakları ve kulak kaşıma tikinde bu motifleri belirgin bir şekilde görebiliyoruz. Daha net olanı ise, kendisini büyüten, annesi yerine koyduğu Zehra teyzesine olan büyük bağı, babasına olan nefreti ve çocukken yaşadığı travmayla iyice büyümüş, ve gelecek hayatını bir kadınla yaşayacağı gerçek sevgiyi arayarak geçirmesine neden olmuştur. C. hayatından çıkardıklarından oluşan bu boşluğu kendi yarattığı  bu anlamla doldurmaya çalışmaktadır. Kimi zaman da çoğumuz gibi, anlamı büyüttükçe altında ezilmektedir.

Aylak Adam zamanının çok çok ötesinde hikayesi ve anlatımıyla, çağdaş Türk edebiyatının en başarılı romanlarından biri. Yeniden okunduğunda keyif verebilen nadir kitaplardan.
Ve s.41 ile veda:

"Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı. Kim bilir, iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı. 'İş avutur,' derdi babası. O böyle avuntu istemiyordu. Bir örnek yazılar yazmak, bir örnek dersler vermek, bir örnek çekiç sallamaktır onların iş dedikleri. Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şöför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu. Yaşamanın amacı alışkanlıktı, rahatlıktı. Çoğunluk çabadan, yenilikten korkuyordu. Ne kolaydı onlara uymak! Gündüzleri bir okulda ders verir, geceleri sessiz, güzel kadınlarla yatardı istese. Çabasız. Ama biliyordu: Yetinmeyecekti. Başka şeyler gerekti. Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi."



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...